Bugünkü, köşemizde eski tarihli bir şiirimize yer vermek istiyorum. Şehrimizin kayıp senelerini özetleyen bir şiirimizdir bu… Şehrimizi heba edenlerin kof saltanatını anlatmaya çalıştık dilimiz döndüğünce.
Şairler; öngörülü, basiretli, ferasetli olmak zorundadırlar. Görünmeyeni göstermek, söylenmeyeni anlatmak zorundadırlar. Ama asla bir müneccim değildirler. Zal, memleketimize ziyan verenlerin ve sonunda hezimete uğrayanların cezalandırılacağı öngörülerek yazılmış bir şiirimizdir. Fakat tam aksi cereyan etti, başarısız oldukça daha fazla ödüllendirildiler ve bize daha fazla ziyan verdiler. ‘Yaşasın liyakatsizlik!’ diye sevinç çığlıkları attılar. Beş sıfır yenildikleri maçın hükmen galibiydiler her zaman. Zal, Bayburt şehrimizin kara bahtının kem talihinin hazin hikâyesidir. Bu hikâyenin kahramanları, bu milleti kahredenlerdir. Okuyunca zaten anlayacaksınız…
Şiirlerimde çoğunlukla geleneksel olan hece veznini kullanmayı tercih ederim. Bizi bilenler, hece vezniyle yazılmış şiirlerimize alışıktırlar. Bazen sınırların dışına çıkıp farklı arayışlara yöneliyor insan. Kalıpların dışına çıkıp tekdüzelikten kurtulmak gerekiyor. Böylelikle şiirimize zenginlik kazandırmış oluyoruz. İşte ‘Zal’ da alışılmış tarzımızın dışında yazdığımız bir şiirdir. Serbest vezinde yazılmış, imge ve muamma içeren bir hiciv şiirimizdir. Takdiri okuyucularımıza bırakıyorum…
ZAL
Zal, güneşi emiyordu pişkince…
Dudakları köpürdükçe göğe bakıyordu,
Kızılötesi tükürüğünden şelaler akıyordu,
Şelalenin üzerine “ahmaklar suyu göremez” yazılıydı,
Şehrin en akıllıları şelalede gemiler yüzdürmek için
Yarışa girdiler…
Kartondan kadırgalara tütsü verdiler.
Zal bir gün çöp konteynerinden koltuğuna otururken
Asansör boşluğuna düştü.
Kalınca ensesi duvardaki çiviye takılı kaldı,
Yıllarca çiviye asılı hâlde boşlukta bekledi,
Neden sonra suya düştü milli sermaye,
Aç balıklar dişledi güzelim mangırları,
Memlekette seferberlik ilan edildi
“Yakalayın vatan aşkına bütün dubarları!”
Herkes elinde oltayla dubar avına çıktı,
Mesele ahmak olmadığını göstermek için,
Damlaya bile olta savurmaktı,
Kalpazanın biri asansör boşluğuna oltayı attı
Zal’ı tam noktasından tuttu
Ikına sıkına yukarı çıkardı
Filler tepişince bütün vahşiler ezilmişti
Zal çöp konteynerinden koltuğuna tekrardan kavuşturulmuştu…
Zal yine bir gün güneşi emiyordu pişkince…
“Göğün Efendisi” diyorlardı ona,
Bulutları üfürüyordu nefesiyle,
Şerefine ziyafet düzenlendi,
Helvadan dağları yemek istedi iştahlanıp
Tamtamlar Zal için çalıyordu,
Yerliler selama durdular “Güneşin Oğlu” sanıp
Boz ayı oynuyordu orta meydanda,
Yamyamlar zafer mızraklarını savurdu birden,
Boz ayı yaralandı elli yerden,
Zal’ın noktası düştü bir anda,
Sendeledikçe serseme dönmüştü
Noktasız kızıl ötesi tükürüklerini saçamazdı,
Noktasız güneşi içemezdi,
Derhal Zal’ın noktası bulunmalıydı,
Avare gezen tüm yamyamlar işe alınmalıydı,
Seferber oldu herkes,
Kurdun, kuşun midesi tarandı;
Karış karış memleket arandı,
Tükürüğünden olma şelalere oltalar savruldu karton gemilerden,
Bir puhu kuşunun keskin gözleri gördü sonunda
İki kocaman dev güreşiyordu önünde,
Zal’ın noktasını devler ezdiler,
Zal’ın bütün efsununu bozdular,
Zal güneşi yutamaz oldu,
Kızılötesi tükürüğünün sonu geldi,
Zal, şimdi devlerin çiğnediği nokta kadar kaldı…
Zal, nokta nokta azaldı….
(04.06.2019)
Ve aleyküm selam. İlginize teşekkür ederim. Hürmetlerimi arz ediyorum.
Üstadım yazılarından bizi mahrum bırakma. Selamlar