Mart ayı önemli gün ve haftaların yoğun olduğu bir aydır. Bu ay ki konumuz da hiç şüphesiz ki aile bireyinin temel taşı olan Kadın (Ana)dır.
Kadın evin direğidir. Erkeğin gücü, yaşamın bir parçası hayatın önemidir. Öyle ki; İslamiyet de kadınının yeri çok önemli idi. İslam ile şereflenen kadın, karınlıktan aydınlığa çıktı. İlk vahyin geldiği günlerde Peygamber Efendimiz bu şerefi ilk önce hanımı Hz. Hatice ile paylaştı. Peygamberimiz kadınlara çok önem vermiş, onların ezilmesine, aşağılanmasına, bir mal gibi alınıp satılmasına da rıza göstermemiştir. “Bir kimse kadına buğz etmesin; zira hoşlanmadığı huyları varsa, ona mukabil memnun olacağı huyları da vardır.” (Ruyazü’s-Salihin, c. 1, N. 273) hadisi şerifiyle de kadın haklarına dikkat çekmiştir.
Dede korkut hikayelerinde “Çocuk” ölçüsünde önem taşıyan konulardan biri de “kadın”dır. Bu önemin nedeni de, öteden beri süregelen Türk geleneğine dayanır. Eski Türklerde kadının devlet yönetiminde söz ve yargı sahibi olacak ölçüde geniş yetkileri bulunduğu biliniyor. “Hakan ile evlenen kadına, “Sultan Hatun” dendi ve Hakan’la eşit sayıldı. Hakanlar tarafından çıkarılan kanun ve fermanlar, “Hakan ve Hatun Buyuruyor ki” diye başlar ve altında Hakan’la beraber Hatun’un imzası da bulunurdu. Gelen elçileri Hakan, Hatun’la birlikte kabul etmezse, bu hareket elçiye ve dolayısıyla o devlete hakaret sayılırdı. Çocuklar üzerinde velilik hakkı sadece Hakan’a değil, Hatun’a da aitti. Hatun ile müşavere ederdi. Halk içinde durum aynıydı.
Bunların yanında kadın, siyasi ve askeri faaliyetlere de katılırdı. Binicilikte, kılıç kullanmak ve ok atmakta, savaşmakta çok mahirdi. Kadın toplum içinde daima bir ahlak timsal, iffeti numunesi olarak yaşamış, erkekleri tarafından hürmet ve itibar görmüştür. 13. ve 14. asırlarda Türk aile yapısında karı koca birbirine bağlı ve hürmet kardı. Erkek hanımına, “Hey başımın bahtı, evimin bereketi, kara saçlım, çatma kaşlım, evimin direği” gibi sözlerle hitap eder ve buna göre muamele ederdi. Çünkü, varlığın sürekliliğinin bilinmesinde ana etken, kadındır. Bu gerçeğin bilincine erdiği içindir ki, Türkler, toplum katında kadını yüceltmeyi bilmişlerdir. Dede korkut hikayelerinin en özgün yanı da budur.
Yine, Dede Korkut hikayelerinin “giriş” bölümünde geçen şu iki söz de, kadının erdemliliğini göstermesi yönünden ilginçtir.
“Dizini bastırıp oturunca helalli güzel
Ak sütünü doyunca değin emzirse ana güzel “
İşte bunları, dizini kırıp oturan, evine sahip çıkan, ak sütünü doyuncaya değin çocuğuna emzirten analar gerçekleştirecektir.
Artık kadınlar ailedeki görevleriyle birlikte toplumsal yaşamın bir parçası olan sosyal, ekonomik ve kültürel alandaki çalışmalarla da yerini almıştır. Gelişmiş ülkelerin kalkınmalarında kadınların payı çok büyüktür. Çünkü kadınlarımız hayat şartlarının zorlaştığı günümüzde yine toplumun ve geleceğimizin hizmet faktörlerinde yerini almıştır.
Bu sözleri, çağdaş dünyanın düzeyi açısından değerlendirirsek, daha somut gerçeklerle karşılaşırız. Babanın ananın, giderek bir güç olmaktan çıktığı bir toplumda, çocuk, kendisi için gereken eğitimi yaratmaya çalışıyor. Çocuktaki seçebilme yeteneğinin sınırlılığı, onun daha iyiye yönelebilmesini engellemektedir. Böylece, “babalar ve oğullar”, her zaman var olan çelişkiler olarak çıkıyor karşımıza. Bu kopuklukla, ana ve baba, bakıma çocuk üzerindeki görevlerini yitiriyorlar. Toplumu, ana-baba, oğul-kız arasındaki dayanışmanın kopmayacağı biçimde yöneltmek gerekir.