Bayburt Üniversitesi İnsan ve Toplum Bilimleri Fakültesi tarafından 18 Mart Çanakkale Deniz Zaferi ve Şehitler Günü kapsamında “Birinci Dünya Savaşı’nda Çanakkale Cephesi” isimli bir panel düzenlendi.
‘Birinci Dünya Savaşında Çanakkale Cephesi’ Paneli
Bayburt Üniversitesi İnsan ve Toplum Bilimleri Fakültesi tarafından 18 Mart Çanakkale Deniz Zaferi ve Şehitler Günü kapsamında “Birinci Dünya Savaşı’nda Çanakkale Cephesi” isimli bir panel düzenlendi. Bayburt Üniversitesi Eğitim Fakültesi Konferans Salonu’ndaki panele Bayburt Üniversitesi Rektör Yardımcısı ve aynı zamanda İnsan ve Toplum Bilimleri Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Süleyman Çiğdem, akademisyenler ve öğrenciler katıldı.
Dekanı Çiğdem’in moderatörlüğünü yaptığı panelde İnsan ve Toplum Bilimleri Fakültesi Öğretim Üyeleri Yrd. Doç. Dr. Muhammet Yasin Taşkesenlioğlu, Yrd. Doç. Dr. Esat Aktaş ve Yrd. Doç. Dr. Şemsettin Çelik birer bildiri sundular.
Panelin açış konuşmasını Dekan Çiğdem yaptı. Konuşmasına üzerinde bulunduğumuz coğrafyanın geçmişten günümüze yaşadığı işgalleri, seferleri açıklayarak başlayan Çiğdem, Çanakkale özelinde Truva Savaşlarından İskenderin bu coğrafyaya hâkim olma çabasından bahsetti. Bu coğrafyanın önemine değinen Dekan Çiğdem, daha sonra sözü İnsan ve Toplum Bilimleri Fakültesi Öğretim Üyesi Yrd. Doç. Dr. Yasin Taşkesenlioğlu’na bıraktı.
Taşkesenlioğlu, “Çanakkale’ye Giden Yol” isimli bildirisine, siyasi tarihin savaş kavramı üzerinde şekillendiğini söyleyerek başladı. Tahakküm dürtüsü, yani hegamonik dürtü ile insanların tarih boyunca savaşlar yaptıklarını anlattı. Hâkim olma ve sömürge kavramları arasındaki farka değinen Taşkesenlioğlu, savını Osmanlı Devleti ile Roma İmparatorluğu haritaları üzerinden desteklemeye çalıştı. Hâkim olma anlayışıyla, 1800’lü yıllara kadar, Roma İmparatorluğu’nun toprakları üzerinde egemen olmanın anlaşıldığını söyledi.
1800’lü yıllarda ise hegamonik dürtünün artık Roma İmparatorluğu topraklarıyla sınırlı kalmadığını söyleyen Taşkesenlioğlu, dünyadaki sömürge haritası üzerinden bu dürtünün günümüze yansımalarını açıkladı. 1800’lü yıllarda ABD’nin kuruluşuyla hegamonyanın nasıl el değiştirdiğini, 1880’li yıllarda sömürge yarışının nasıl arttığını yine haritalardan hareketle izah etti.
1914’te ise bu hâkimiyet yarışının artık en sona ulaştığını, devletlerin dünyayı kapış kapış nasıl paylaştığı ifade eden Taşkesenlioğlu, dünyada o zamanda artık sömürülecek toprak olarak son yerin İstanbul kaldığını, Çanakkale’nin de bu eksik parçayı tamamlama çabasının bir sonucu olduğunu söyledi.
Çanakkale Boğazı’nda Osmanlı padişahlarının nasıl takviyeler yaptığını anlatan Taşkesenlioğlu, 1807’de bir İngiliz gemisinin boğazı rahat geçmesi sonucu bu çalışmaların başladığını söyledi.
Çanakkale Savaşları ile ilgili olarak yanlış bilinen konulara da değinen Taşkesenlioğlu; Osmanlı ordusunun fakir olmadığını, orduların esas komutanının Enver Paşa olduğunu belirtti. Enver Paşaya ayrı bir parantez açarak, Enver Paşa’nın oluşturduğu sistemle Çanakkale Savaşları’nın gün gün yazdırdığını, savaşı kameraya aldırdığını ve bu sayede savaşla ilgili bilgilere günümüzde ulaşılabildiğini, orduya müthiş bir disiplin kazandırdığını söyledi. Savaşta çocukların savaşmadığını piyasada bulunan fotoğrafların Osmanlı gençlik kulüplerine mensup çocuklar ya da şehit yakınları olduğunu anlatan Taşkesenlioğlu, çocukları savaştıran zihniyetin Haçlı zihniyeti olduğunu söyledi.
Taşkesenlioğlu, 1950’lere kadar Çanakkale Savaşlarının geçtiği toprakların araştırmaya kapalı ancak tarıma açık olduğunu söyleyerek konuşmasını bitirdi.
Taşkesenlioğlu’ndan sonra sözü Yrd. Doç. Dr. Esat Aktaş aldı. Aktaş “Çanakkale Kara ve Deniz Muharebeleri” başlıklı bildirisine Çanakkale savaşlarının esas sebebinin Batının sömürü hevesi olduğunu belirterek başladı. Çanakkale Savaşının sadece 18 Mart’ta olmadığını, bu savaşın 1914-16 arasında 16 ay boyunca devam ettiğini söyleyen Aktaş, Çanakkale Savaşının kara ve deniz savaşları olarak iki ana başlıkta incelenebileceğini belirtti.
İngilizlerin Çanakkale’ye ilk defa 1914’te giriş yaptığını yapılan saldır sonucunda 5 askerin şehit olduğunu ifade eden Aktaş, İngilizlerin son deniz saldırısının 18 Mart’ta olduğunu söyledi. İngilizlerin çok farklı düşündüğünü Çanakkale Savaşının 16 ay süreceğini hesap edemediklerini söyleyen Aktaş, savaşta Almanya’nın Osmanlıya tam anlamıyla askeri destek vermediğini, Osmanlının tamamıyla kendi imkânlarıyla savaştığını anlattı.
Boğaz savunmasının dış, orta ve iç tabyalardan oluşturulduğunu söyleyen Aktaş, ayrıca denize serilen mayınlarla bu savunmanın güçlendirildiğini söyledi. 18 Mart’taki saldırının aynı gün bittiğini ve bu savunma ile boğazın geçilemediğini belirtti. Nusret mayın gemisinin nasıl bir fedakârlıkla 7 Mart’ta mayın döşediğini anlatan Aktaş, bu mayınlar sayesinde 18 Mart’ın öğleden sonrasında savaşın seyrinin Osmanlı lehine döndüğünü söyledi. Savaşı kazandıran diğer unsurlardan da bahseden Aktaş, Seyit Onbaşıyı da yâd etti. 1939’da vefat eden Seyit Onbaşının ölmeden önce 1936’da verdiği röportajdan parçalar okudu.
Balkan Savaşları ile saygınlık kaybeden Osmanlının Çanakkale’deki zaferinin nasıl bir öneme sahip olduğundan bahseden Aktaş, görsellerle sunumunu destekledi.
Konuşmasına 57.alayın kahramanlıkları ve Mustafa Kemal’in rolünü anlatarak devam eden Aktaş, Mustafa Kemalin “Ben size savaşmayı emretmiyorum, ölmeyi emrediyorum” emrini burada verdiğinden bahsederek, Mustafa Kemal’in bu savaşlarda ön plana çıkmasının sebeplerini sıraladı.
Çanakkale Savaşlarındaki kahramanlıklardan örnekler sunan Aktaş, savaşların son kısmında İngilizlerin 9 Ocak 1916’da geri çekildiğini ve çok önemli bir zafer kazanıldığını söyledi. Savaşta şehit olanların sayısının Genelkurmay Başkanlığı resmi kayıtlarına göre 213 bin civarında olduğunu da ekledi.
Savaş zamanında yapılan propagandadan da bahseden Aktaş, İngilizlere esir düşen bir askerin yazdığı bir mektuptan hareketle ciddi bir propaganda savaşı da yaşandığını söyleyerek konuşmasını Necmettin Halil Onan’ın “Bir Yolcuya” şiirindeki Çanakkale Savaşının önemini anlatan “Bir harbin sonunda bir milletin hürriyet zevkini tattığı yerdir.” dizeleriyle noktaladı.
Aktaş’tan sonra sözü Yrd. Doç. Dr. Şemseddin Çelik aldı. “Çanakkale ve Milli Şuur” isimli bildirisine Birinci Dünya Savaşı’nın mahiyetinden bahsederek başlayan Çelik, bu savaşın birbirine sınırı olan ülkelerin değil kıtaların savaşı olduğunu, bu yüzden bu kadar tahribat olduğunu söyledi.
Milli şuur kavramını Hüseyin Nihal Atsız’ın milli şuur tanımından hareketle açıklayan Çelik, milli şuurun bir milletin yaşama ifadesi ve en güçlü silahı olduğunu, bireyde oluşan milli şuurun topluma da etkisinin olacağını söyledi. Bireyde bu milli şuurun nasıl oluşacağını ise 1984’te ülkemize ziyarette bulunan Japon heyetinin ağzından dile getirdi. Ülkemize gelen Japonların kendi çocuklarına milli şuuru Hiroşima ve Nagazaki facialarını anlatarak hatta o yerleri ziyaret ettirilerek kazandırdıklarını söylediğini ifade eden Çelik, Çanakkale’nin Hiroşima ve Nagazaki’den daha etkili bir olay olduğunu ve bunu Japonların da kabul ettiğini söyledi.
Çanakkale’nin yokluk içinde varlık mücadelesi verdiğimiz, aydınlarımızı kaybettiğimiz, babanın oğlu ile sırt sırta savaştığı yer olduğunu söyleyen Çelik, burada kazanılan zaferle Balkan ve Trablusgarp Savaşlarında yaşanan utancın giderilmesi fırsatının doğduğunu belirtti.
Çanakkale’de savaşılan taraf ile savaşta yanımızda görünen tarafın ortak emelinin Osmanlı topraklarına hâkim olma olduğunu söyleyen Çelik, bunu Akif’in yaşadığı bir hatırayla desteklemeye çalıştı.
İtilaf devletlerinin savaş sonrası için yaptığı hazırlıklara değinen Çelik, bunlara karşılık Asım’ın neslinin de boş durmadığını ve gönüllü olarak şehadete ulaşmak için birbiriyle yarıştığından bahsetti.
Konuşmasına İngilizlerin oyunlarını anlatarak devam eden Çelik, sömürü ülkelerden getirilen Müslümanların nasıl Osmanlıya karşı savaştırıldığından bahsetti.
Çanakkale savaşlarından örnekler veren Çelik, Mehmetçiğin iman gücünün kaynağını açıklamaya çalıştı. Mustafa Kemal’in Çanakkale’de gördüğü Türk askerindeki ruhun 15 Temmuzdaki ruhla benzer olduğunu belirtti.
Çanakkale Savaşı’nın İslam tarihindeki Mute Savaşı ile olan benzerliğine de dikkat çeken Çelik, bu konuya 57. Alayın yaptıklarını örnek gösterdi.
Milli şuurun nasıl önemli bir silah ve savunma mekanizması olduğunu anlatmaya devam eden Çelik, Anzakların Çanakkale’ye doğru gelirken yolda iki Türk gencinin yaptığı kahramanlıkların önemli olduğunu söyledi.
Çanakkale’nin milli mücadeleye ve günümüze etkileri olduğundan bahseden Çelik, Çanakkale ile sömürünün topla tüfekle olamayacağının anlaşıldığını ve bu yüzden Kurtuluş Savaşı’nda doğrudan Batı ile değil Yunanla savaşıldığını söyledi. Bu savaşın halen devam ettiğini belirten Çelik, 15 Temmuz örneğinde olduğu gibi Batının bizim üzerimizde, bizim gibi görünenlerle tahakküm kurmaya çalıştığını ancak başarısız olduğunu söyleyerek konuşmasını noktaladı.
Program İnsan ve Toplum Bilimleri Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Süleyman Çiğdem’in panele katılan konuşmacılara katılım belgesi vermesi ile sona erdi.