Geçtiğimiz günlerde Ramazan Bayramını idrak ettik. Bir bayrama daha tekrar nail olmanın mutluluğuyla, bir de geçmiş bayramlara olan özlemin bir kat daha artmasıyla bu yazımda bayramlar üzerine bir şeyler karalamak istedim.
Hicretin ikinci yılından itibaren farz olan ramazan orucunun finalinde üç gün olarak ramazan bayramı kutlanmaya başlanmıştır.
Dini nitelikli Ramazan ve Kurban olmak üzere iki bayramımız bulunmaktadır.
Bu iki bayram dışında Cuma günlerinin de Müslümanlar için haftalık bir bayram olduğunu belirtmekte fayda vardır.
Nedir Bayram?
Bayram, toplanma günüdür…
Korunma ve koruma duygularının artmasıdır…
Hasta, yaşlı ve kabir ziyaretleri ile sevinç ve kederin paylaşılmasıdır Bayram…
Bayram insanlarla halelleşmek, kucaklaşmaktır…
Bütün bunların yanı sıra asıl bayram, Allah’ın rahmetine nail olmaktır…
Dinimizde olduğu gibi kültürümüzde ve yaşantımızda da ayrı bir yeri ve önemi olan bayramlar, diğer günlerden farklı kılınarak kutlanmaktadır.
Bu günler, sevginin hoşgörünün tavan yaptığı günlerdir. Küskünlerin barıştığı, uzakların yakınlaştığı günlerdir.
Geçmişten süregelen fakat her geçen gün biraz daha özünü kaybeden yöresel bayram geleneğimizi de unutmamak gerek…
İnsanlar arasında genel bir tutum olan ve herkesin katılarak söylediği “Nerde o eski Bayramlar” sözünden de yola çıkarak, her bir önceki bayramın sonradan arandığı aşikardır. Aslında pek de haksız sayılmazlar…
Küçükken köyümde geçirdiğim bayramlar aklıma geliyor…
Konu-komşu, yaşlı-genç herkes günler öncesinden büyük heyecanla bayram hazırlığı yapardı.
Arefe gününde büyüklerimizle birlikte bütün sokak sakinleri otantik görünümlü dar sokaklarımızı, yollarımızı taşını toprağını toplayarak, çileyip süpürürdük. Yardımlaşarak ortak çalışma duygumuz bile bayram gibiydi… Deyim yerindeyse sokaklar çiçek gibi oluyordu… Tabii ki böyle bir heyecanın final günü çok önemliydi bizim için…
Yeni bir elbise alındığı zaman, beş-altı ay bile olsa onu giymezdik ki bayramda giyelim diye. Yokluklar içinde de olsa bayram için giymeyip de ayırdığımız bir elbisemiz vardı muhakkak… Çünkü bayram günleri diğer günlerden çok farklıydı ve farklı olmalıydı. Hatta bayram arefesinde özellikle çocukların ellerine kına yakılması da ayrı bir güzellikti.
Artık, bütün hazırlıklar tamamlanmış, bir yılı daha geride bırakmanın yorgunluğu, bir vuslatın mutluluğu, kaybettiklerinin yoksunluğu ile bir sonraki yılın müjdecisi bayramdan nasibini bekleyen yüreği zengin yurdum insanı bir bayrama daha kavuşuyordu.
Bayram namazının kılınmasıyla bayram başlamış oluyordu. Bayburt’ta özellikle köylerde bayram namazından sonra odalar, konaklar açılır, evlerden yemekler getirilir ve topluca bayram ziyafeti çekilir, yemek sonrası çaylar içilir ve bayramlaşma süreci başlardı artık.
Büyük şehirlerde ve kentlerde bayram namazı sonrası camii önünde olan bayramlaşma ne yazık ki köylerimize de taşınmış durumda. Oysa bu gelenek şehirler için iyi bir gelenek olsa da köyler ve küçük yerleşimler için aynısı söylenemez. Köylere taşınan bu gelenek insanlar arasındaki bağı koparıyor. Cami önlerinde sıraya girilerek alelusul yapılan bayramlaşma sonrasında artık burada görülen insanların hiçbiri evinde ziyaret edilmiyor… Sadece çok yakın akrabalar ziyaret ediliyor. Oysa cami önlerinde görüşme yapılmadığı zamanlar hemen hemen bütün ev ve konaklar ziyaret ediliyor, hasbi halde bulunuluyor ve dualar alınıyordu. Daha sıcak ortamlar, daha birincil ilişkiler oluyordu.
Bugün birçok şeyden muaf olduk, gönül almasını unutur hale geldik.
Öncelikle zihnimizde ve yaşantımızda bayram “Bayram” olmadıktan sonra, bir heyecan duymadıktan sonra,
dua ve dualar almadıktan sonra, hasta kabir ve yaşlı ziyaretinde bulunmadıktan sonra, sıradan günlerden bir farkı olmadıktan sonra…
Bayram Gelmiş Neyime…