Bayburt’un Düşman İşgalinden Kurtuluşunun 102. Yıldönümü etkinlikleri kapsamında 21 Şubat Kurtuluş Komitesi tarafından Kop şehitleri için düzenlenen “Kop Savunması, İkinci Plevne Destanını Yazan Şühedaya Mektup” temalı yarışmada dereceye giren isimler açıklandı.
Bayburt Üniversitesi tarafından oluşturulan ve Doç. Dr. Hasan Aktaş, Dr. Öğr. Üyesi Osman Oruç ile Dr. Öğr. Üyesi Serdar Göktaş’ın yer aldığı komisyon tarafından değerlendirilen mektup yarışmasında birinciliği İbrahim Şaşma tarafından kaleme alınan “Üfle Sur’a İsrafil, Bir Kıyamet Kop’sun” isimli mektup kazanırken, Nihal Şahin’in “Kop Savunması Şühedasına Bir Asır Sonra Gönderilen Mektup” isimli mektubu ikinci, Sueda Erdaş’a ait “Kop Dağlarının Destanlara Sığmayan Yiğitlerine” mektubu üçüncü oldu. Saltuk Buğra Bıçak’ın “Kop Dağları’nda Açan Şüheda Güllerinin Ardından” mektubu ise mansiyon ödülüne layık görüldü.
Birinci Şaşma’nın ödülünü Vali Epcim verirken, İkinci olan ve ödülü bir yakınına teslim edilen Nihal Şahin’in ödülünü Bayburt Milletvekili Fetani Battal verdi.
Yarışmada üçüncü olan Sueda Erdaş’a ödülü Garnizon Komutanı Hv. Svn. Alb. Yusuf Diker takdim ederken, mansiyon ödülü almaya hak kazanan Saltuk Buğra Bıçak’ın ödülü ise geceye katılamadığı için kendisine verilemedi.
Kop Savunması, İkinci Plevne Destanını Yazan Şühedaya Mektup yarışmasında birinci olan İbrahim Şaşma 4 Bin TL, ikinci olan Nihal Şahin 3 Bin TL, üçüncü olan Sueda Erdaş 2 bin TL ve mansiyon ödülü almaya hak kazanan Saltuk Buğra Bıçak ise Bin TL ödül kazandı.
Törende ayrıca yarışmanın birincisi İbrahim Şaşma mektubunu okudu. Şaşma’ya birincilik getiren mektup şöyle:
ÜFLE SÛR’A İSRAFİL, BİR KIYAMET KOPSUN
Yüreğini cennetin ve Kop Dağı’nın dal uçlarına asan yiğitlere selam olsun. Yusuf yüzlülerime, gani gönüllülerime, derunumda kalanlara, aşk emrine uyanlara, Leyla’yı vatan, vatanı Aslı sayanlara selam olsun. Ulu Cami meydanındaki bütün güvercinlere “kalkın” dedim. “Su götürün şühedanın çatlayan dudaklarına” Bir kelebek nazeninliğinde kanatlarını çırparak havalanıyor her biri, karlı dağlara doğru. Size geliyorlar karlı dağların yiğitleri, size geliyorlar. Kanatlarında necip bir milletin selamıyla size geliyorlar. Cümle dualarımızla, aşkla ve o vakur kanat çırpışlarıyla. Yüreğimin derunundan selamlar devşiriyorum yüreğini alıp karlı dağlara koşanlara. Yedisinden yetmişini nâr-ı aşkla coşanlara. Kendisinden mevcudu ile silah ve donanımca üstün Rus birlikleriyle mücadele ederken, ayazla, açlıkla, salgın hastalıklarla ve cümle imkânsızlıklarla da mücadele eden koç yiğitlere. Bir asra bedel bir savunma sürecinde göğsünde “Allah Allah” diyerek çarpan bir kalbe dönüşen sevdalılara. Bayburt’un selamıyla yazıyorum aziz şehitlerime. Kıldan ince, kılıçtan keskince ve bir kelebek kanadı naifliğindeki Bayburt’un selamıyla.
Bana o karlı dağlı dağları anlatın ey şehitler. Gecenin karanlığını, yıldızların zayi oluşunu. Karanlık köşelerde istiklalimize kurulan darağaçlarını anlatın. Gökyüzünün döşüne bir bıçak nasıl saplanır, cümle göçmen kuşların kanatları nasıl kırılır. Şubat nasıl yangın yeri olur, kar nasıl yanar, onu anlatın ey aziz şehitler. Cümle civanlarla toy kurduğunuz dağların eteklerinde, nefes nefese ve al kanlarınızla yazdığınız o manzum yeryüzü şiirini okuyorum, şubat ayazının ağustos ateşini kıskandırdığı bir demde. Bir rüzgâr fısıldıyor selamlarınızı kulaklarıma, beklenmedik bir dirilişin kalp seslerini hem de. Hala göklerde yankı buluyor nidalarınız, “vatan düşmesin ey hak” diye niyaz ettiğiniz, yakardığınız. Siz hangi Hızır’sınız ey şüheda? Siz hangi Lokman’sınız? Bu kaçıncı uçurumdur bizi çekip çıkardığınız? Kol kola, aşk ile cana en yakışana, en yakıştığınıza koşarken, omuz omuza, birlik ve beraberlik içinde ‘Ak Tepe’ye doğru akarken haykıran şehitlerim. “ Enginime düşen kelam çağırır beni. Bezm-i Elestten beri, kutlu bir selam çağırır beni. Her şahadette bir dağ düşsün sırtımızdan” diyerek koşarken, göklere açılan hoyrat avuçlarımızı boş bırakır mı hiç rabbim? Yüreğini cennetin dal uçlarına asan yiğitler. Yazılmamış en güzel şiirlerin şairi. Kahramanlık türkülerinin tek muhatabı. Akif’in gönlündeki gül ve memleketim diyen hüzünkar bülbül. Size selam getirdim şehidim, göğsü kanatılmış ama namerde boyun eğmemiş şehirlerden. Moskof çizmesi değdikçe hicap duyan sokaklardan. Hürriyetimize ve istikbalimize gölge düşmeyeceğinin mührü, sizin o mübarek kanlarınızla basıldı. Şimdi cennet vatanımda özgürce aldığım her nefesin aşkına yazıyorum sizlere Al bayrağım gök kubbemde nazlı nazlı yüzüyorsa, bunu sizlerin sahip olduğu o büyük ruha borçluyum. Şimdi ben keşkelerimi çarpıyorum yüzüme aziz şühedam, keşkelerimi. Keşke ben de dörtnala sürebilseydim düşmanın üzerine yüreğimdeki kır atı. Milletimizin bağımsızlık uğruna gösterdiği azim ve kararlılığın tüm dünyaya ilan edildiği o büyük zaferin keşke gizli bir öznesi de ben olabilseydim. Bir millet Anka kuşu gibi kendini küllerinden yeniden doğururken ben neredeydim diye soruyorum kendime. Hürriyet aşkıyla yanan yüreklerin tozu dumana katarak Kop’a koştuğu bir demde ve her yüreğin içerisinde kırk kibrit çöpü bulunan, dokunsan parlayacak küçük bir alev kutusu haline gelmişken hem de, ben neredeydim diye soruyorum kendime. Yüreğini cennetin dal uçlarına asan şehitler. Benim lügatimde Kop Dağındaki o asıl duruşunuz Cumhuriyetin temelini daha bir sağlam kılan, özgürlük ve bağımsızlığımızı taçlandıran mübarek bir gazaydı. Sinesi kanatılan vatan topraklarında istikbal adına bir ulusun kendisiyle kenetlenmesiydi. Bu zafer Türkün seyir defterine aşkın aşk ile yazıldığı gündür. Okusun bu seyir defterini dünya. Bu zafer kadar kesin sonuçlu bir zaferi başka bir seyir defterinde okuyamazlar çünkü.
Bitimsiz bir memleket sevdasında demlenmiş içli bir türkünün şavkında ve şahitliğinde yazıyorum size şühedam. Ezanlarım okunuyor size yazarken. Hüsn-ü Yusuf çiçeklerim özgürce boy veriyor. Çoban çeşmelerinden özgür akıyor serin sular. Hazreti Yusuf’un kör kuyulardaki beklentisi ile yazıyorum sizlere. Size yazdığım her kelimede bu toprakların mağrur ve mağlup hüznü adeta dirilişe geçiyor yüreğimde. Gözlerimi her kapatışımda Kop Dağı’nın dipsiz derin yarlarında buluyorum kendimi. Binbaşı Halit Bey’in, gönüllü milislerin ve Teşkilat-ı Mahsusa erlerinden oluşan üç alaylı Çoruh Müfrezesinin avuçlarında yakın baharı görüyorum. Gönül lügatimde çok şeyler yazılı sizin için. Bu nasıl bir sevdadır ki karlı dağların zirvesinde düğün dernek kurulur? Bu nasıl bir dokunuş ki tarih akarken sekteye uğrar ve arsızca bir akının yüzüne bir Osmanlı tokadı vurulur. Sen ki şehidim, Hazreti Yusuf’un mührü, Hazreti Davud’un gür sesi, hazreti Yakup’un gözyaşlarıydın. Karlı dağlara taşınan külli ihlâstın. Sen ki milletin başı küffarla belaya girdiğinde, istiklalin düşmanları sokaklarda kol gezmeye başladığında ve beka kaygısı baş gösterdiğinde semalarda dalgalanacak sancak-ı şerifi gönül burçlarımıza astın. O yüzden daha bir hiddetliydi cellâtlarınız. O minvalde yetişmek istiyorum ardınızdan. Her bir dağın dipsiz derin yarlarından ne gariptir düşüyorum. Şimdi tarihin kar yağmış satırlarında size ram olmuş gönlümle üşüyor üşüyor üşüyorum. Ve Yasinler yolluyorum mektubum ucunda ömrümün gurur yanı, dost yanı kardeş yanı, vatan yanı, aşk yanı. Yüzüm çok değişti ey şühedam. Beni sevdalarımdan tanı. Var olanla yetinmeyen yüreğim, Kop Dağı’nın arkasını merak ediyor hep. Şühedama yazdıkça davudi sesler yankılanıyor gönül çeperlerimde. Bir ibret nişanesinin, bir vatan savunmasının görgü şahidi olan Bayburt; Alparslan’ın nazarında Malazgirt’tir. Fatih Sultan Mehmet’in nazarında İstanbul’dur. Bu topraklar sevgilinin kalbi değil midir şühedam. Oraya sancı çekmeden, varılması mümkün müdür? Yüzünde sancılı bekleyişleri, doğmamış kederlerin şafağına uyanışların izini görüyorum şehidim. Kalbimin mukaddes ve müstesna arzı, namusum, kimliğim, geçmişim ve geleceğim. Bu böyle oldu hep ve hep böyle bileceğim. Sen ki bir milletin ortak paydasısın, ehl-i vatanın yüreği bilirim ki sende atar. Ve bilirim ki gönlü vatan aşkıyla tutuşan ve şubat içinde yanan bir milletin kalbinde binlerce şehit yatar. Canın ten kafesinden uçmaya hazırmış şehidim. Sevdanla ne büyükmüşsün meğer. Yüreğin dağlardan da ağırmış. Şimdi çok daha iyi idrak ediyorum şehidim, bu toprakların neden mübarek olduğunu, neden vatan olduğunu. Neden gözümüzde ve gönlümüzde aşk olarak kaldığını.
Başımı ufka doğru çevirip olanca heybetiyle karşımda duran karlı dağlara bakıyorum şehidim. Dile geliyor sanki “Ben Kop Dağıyım işte, ben hep anlatılamayan tarafıyla bir b/aşkayım” diyor bana. “Kırklar meydanıyım, erenler dergâhıyım” diye fısıldıyor kulaklarıma. “Aşkale’de küffarın ağız kokusuydu zilzalım” dercesine bakıyor gözlerime Kop Dağı. “Gelmeyen babasını sayıklayan buğday benizli çocukların küstüğü dağ benem” diyor. Bu coğrafyada her şey, dağ taş, bir şeyler fısıldıyor sizlerden bana. Şu tepenin ardından Yüzbaşı Reşit Bey çıkacak gibi sanki Bayburt sevdalılarının karşısına. Her zerre, her katre şeref duyuyor, kurtuluş miracının başkenti olan bir kentin parçası olmaktan. Ve bu şehrin çocukları kalpleri aşk tutacak yaşa gelince daha bir sevdalı oluyorlar Kop Dağına. Üşüyorlar, kar yangınında yanıyorlar ama vazgeçmiyor aşklarından bu çocuklar, Paşadağı sırtlarında tarihe sıvazlatıyorlar altın sarısı saçlarını. Ve masallara tok yüreklerinin kapılarını, düşman kuvvetlerinin bütün taarruzlarını sonuçsuz bırakarak onlara ağır kayıplar verdiren sizlerin destansı müdafaanıza açıyorlar.
Benim şühedam ezber bozdurtur tarihe ve suların akışını adeta tersine çevirir. Ne ölümden korkar ne de eziyetten. Onlar ki canından, evladından, ana babadan, yardan ayrı olur da vazgeçemez özgürlük denilen meziyetten. Şimdi göçmen kuşlar bile icazet ister; arsızca bir hayalin önüne geçip engel olanlardan, düşman ordusunu silah ve malzeme yönünden ağır kayba uğratanlardan ve ikinci bir Plevne Zaferine imza atanlardan. Bir yaprak bile düşmek için göz kırpmasını bekler, cephede düşmanı azımsanamayacak bir süre oyalayanlardan, aynı zamanda arsızların büyük bir kısmı da yok edip Rus planlarını Kop’ta akamete uğratan koç yiğitlerden.
Duyuyor musun ey şehidim, hala aynı tınıdadır okunan bu ezanlar. 1916 senesinin Şubat ayında, yanık sesli bir müezzinin okuduğu ezan gibi. Oğuz-Türkmen mistik kültürünün buram buram koktuğu yavuz şehir Bayburt’un sokaklarında hala Fevzi Paşa geziyor, Vehip Paşa ile beraber. Simdi cismim ve kalbim maziye koşulsuz teslimdedir. Aşk ile onduğum yerdeyim. Ürkek bir güvercin olsam da saçaklarına emin bir yürekle konduğum yerdeyim. Dergâhım burası, bargâhım burası. Ve hiçbir karanlık kastedemez dünyama artık, yandıkça hanemde şühedamın isli çırası. Peşinden koşuyorum şehidim, peşinizden koşuyorum. Cümle gönül yapılarınızdan hisse almak mecburiyetindeyim Gönül coğrafyamızın derinliklerini manevi ışıklarla aydınlatan, canı devlete adayan istiklal ve gaza ruhunun haklı sahibi sizlerin gönlü şad, dünya ve ahreti abâd olsun. Çoruh aşkına, öz yurdumu karış karış gezen ve emziren ırmaklar aşkına, yerlerin göklerin duası aşkına, neydik ne olduk unutmayacağım. Şad olurken yüreğin, istiklalime hürriyetime, göklerime ve köklerime kast edenler ağlasın. Sen rahat uyu şehidim, Şad olurken yüreğin, kuru bir hevesin peşinde koşan ve Kop Dağını geçerim diyen Rus Kafkas Ordu Komutanı General Yüdeniç’in dudakları uçuk bağlasın…
Ve üflesin Sûr’a İsrafil. Kop dağına bir yabanın çizmesi değerse, bir bayrak intizar ederse. Toprak utanırsa, hürriyetim kayıp giderse avuçlarımdan. Susarsa ezanlarım, çalınmazsa sazım, Bayburt’ta bar eylemezsem, bu diyarı kalbime yar eylemezsem. Üfle Sûr’a İsrafil, Üfle de kopsun kıyamet.
Şimdi bir Çoruh akar şehidim, aheste aheste gözlerimden. Vakit kıvanç günüdür, ey yüreğim kıyam et!