Emine Erdoğan hanımefendi: ”Bir milletin asıl gücü sahip olduğu maddi imkanlarla değil, insani donanımı ile ölçülür” dedi geçenlerde. Gerçekten de takdire şayandı sözleri…
Peki ”insani donanım” ne ile sağlanır? En kaba, en klişe cevap eğitimle tabi ki…Bundan mütevellit ülkemizdeki eğitime bir göz atalım.
Ülke olarak 2005-2006 eğitim- öğretim yılı itibari ile yapılandırmacı eğitim modeline geçtik. Yapılandırmacı eğitim modeli; eğitimde öğrencinin merkezde olduğu, bizzat kendinin yaparak yaşayarak öğrendiği, öğretmenin sadece rehberlik ettiği, hayata hazırlık değil hayatın ta kendisi olan yeni nesil eğitim modelidir.
Öğretmen adayları lisans eğitimlerinde bu model ile yatar, bu model ile kalkarlar. Hatta adaylar gözlerini kapattığında gözlerinin önüne bu model gelir. Milli eğitim şuralarında ve çalıştaylarda bu model dışında kesinlikle başka bir model konuşulmaz. Ama gel gör ki pratikte yapılandırmacı eğitim modelinin tam aksine test kitapları ile boğuşmak zorunda kalan öğrenciler, üniversitede kendinden bir parça yapılmış yapılandırmacı eğitim modelini uygulamaya geçirememiş, kendisine biçilen bin yamalı, eski nesil- yeni nesil eğitim modellerinden müteşekkil gömleği giymek zorunda kalan öğretmenler, TEOG sınavında kesinlikle kendi çocuğunun başarılı olması gerektiğini düşünen, hırsını çocuğa yüklemiş veliler oluşturuyor eğitimimizi. Ortam hipodroma devşirilmiş, öğrenci, öğretmen ve veliler zulmete doğru alabildiğine koşuyor ya da koşmak zorunda kalıyor.
Sonuç 2016 uluslararası öğrenci değerlendirme programı (PISA) verilerinde 64 ülke arasından 45. sırayı alan Türkiye… Ortada hiçte gizlenemeyecek kadar aşikar bir başarısızlık var. Bu başarısızlık birilerine maledilmeli.
Peki ama kime?
-Eğitim modeli mi?
-O olmaz daha yeni geçtik zaten. 14 Senede 6 Bakan değiştik sistemi oturtturmak için kesinlikle olmaz.
-Veliler ve öğrenciler zaten olmaz.
-O zaman zırhımızı kuşanıp öğretmenleri suçlayalım.
Birisi çıkar ”öğretmenler çalışmıyor- yatıyor- iki ay tatil yapıyor” der. Öğretmenin saygınlığını, prestijini sarsar lakin PISA verilerine göre en başarılı ülkelerin istisnasız hepsinde öğretmenliğin en saygın meslek olduğunu bilmez.
Birisi çıkar ” öğretmeni, veli ve öğrencilere soracağız” der lakin ne kendisinin öğretmenlere sorulmasını ister, ne de veli ve öğrencilere sorulan öğretmenin neler yaşayabileceğini ( Öğretmen iyi öğretmen olmak istiyorsa; tüm öğrencilere 5 vermek, velinin ve öğrencinin güdümlü refleksi olmak zorunda kalır) tahayyül eder.
Bir veli yansıtma psikolojisinin doruklarına çıkarak, ”alo 147 öğretmen çocuğuma fazla ödev veriyor hattı”nı arar, öğretmenden şikayetçiyim der lakin 2016 PISA birincisi Güney Kore de çok küçük yaştan beri çocuklara ödev yaptırıldığını bilmez.
Öğretmenleri yeterlilik olarak bir de ben değerlendirmek istiyorum. Eğer bir öğretmen yetersizse bunun bir kaç nedeni olabilir:
1) Ya ülkedeki öğretmen yetiştirme programları yetersizdir.
2) Ya öğretmenin şartları, imkanları yetersizdir.
3) Ya ülkede eğitime, eğitimciye saygı yetersizdir.
4) Ya da öğretmen gerçekten işini iyi yapamıyordur.
Bu önermeye göre başarısızlığın sadece % 25’i öğretmene aittir. % 75’in müsebbibleri derhal amansız taarruzlarından vazgeçip, kendi iç alemlerine dönüp kapsamlı bir muhasebe yapmak zorundadırlar.
Kendi çocuğundan çaldığı müsamahayı, zamanı, hoşgörüyü bu vatanın çocuklarının istikbali için, avuç içinde çırpınan kuş misali fedakar öğretmenlerin onurunu korumak adına bir yazı yazmak bile bir eğitimci olarak bana ağır geldi.
Çok yazık…
Recep Kayalı öncelikle güzel yazından dolayı tebrik ediyorum. Musa Başkan’ın da ifade ettiği gibi. “Geri kalmışlık bir bütündür parçalanamaz .” Kaynağından yola çıkıp düşünürsek isabet olur diyorum… Yazılarının devamını bekliyoruz….
Öncelikle tebrik ederim Recep bey güzel konu hakkında güzel yazınız için. Öğretmen seçer olduk hangisi daha iyi yada dediğiniz gibi az ödev veriyor diye. Öğretmen -veli arasındaki koordine nasıl sağlanmalı onu arastırıp geliştirmek gerekiyor.