Geçmişten günümüze insanlığın kanayan yarasıdır torpil. Çevremizde torpil mağduru olmayan, iş başvurusunda haksızlığa uğramayan yoktur neredeyse. Bir tarafta çalışan, emek veren insanlar emeğinin karşılığını beklerken diğer tarafta başkaları referans aracılığıyla hiçbir emek sarf etmeden hedefe ulaşıyorlar. Ne yazık ki hiçbirimiz bu probleme bir çözüm bulmayı düşünmeyiz de çarpık düzeni kabullenerek gemisini kurtaran kaptan olmaya çabalarız. Torpilden şikâyet ederiz ama çözüm yolunu yine kendimize torpil bulmakta görürüz.
Memleketimizde torpil hastalığı fıkralara konu olacak kadar ağır bir travma hâlini almıştır. Süleyman Demirel’in “Kayserililer gelmesin, onlar bizden fabrika isterler. Bayburtluları bırakın gelsin, ya iş için ya da tayin için torpil istemeğe gelmiştirler.” sözü ne kadar gerçektir bilinmez ama hayli düşündürücüdür.
Yakın zamanda canlı telefon bağlantısıyla bir radyo programına katılan siyasilerden birisinin torpil eleştirilerine verdiği cevaplar manzarayı özetler niteliktedir. Kendisine, ilimizdeki bir kamu kuruluşuna yapılan haksız istihdam ile ilgili sual sorulunca bu yönetici beyefendi, istihdam edilen şahıs için “Torpil yapmadık. Bu genç, parti yönetiminde benim yanımda çalışarak liyakat kazandı ve bu göreve layık görüldü.” diye bir açıklama yaptı. Programı sunan radyocu ise “Liyakat kazanmak için parti yönetiminde çalışmak mı gerekiyor?” diye haklı bir soru yönelterek noktayı koydu.
‘Yavuz hırsız, ev sahibini kovar’ sözü gereği; kimse, tavuğuna kışt dedirtmez elbet. Artık siyaset, torpili referans kisvesi altında meşrulaştırma eğiliminde. ÖSYM tarafından yapılan sınava (80-240 Tl) her sene onca masraf ödeyip sınavdan yüksek puan alanların emekleri ziyan olurken sınava girmeden ya da düşük puanla istihdam edilmenin neresi meşrudur acaba. Biz bilmeyiz, büyüklerimiz daha iyi bilir.
Siyasilerin istihdamı rant kapısına çevirmeleri ucuz bir zihniyetin ürünüdür. Halk, yöneticilerden torpil bekleyebilir. İyi bir yönetici halkı düşünür ancak halk gibi düşünmez. Daha ileriyi görür. Gerçek çözüm yolu, şehirdeki istihdam kaynaklarının nasıl artırılacağına yönelik çalışma yapmaktır. Yöneticilerin görevi şehre kaynak bulmak ve istihdamı artıracak cazip projeler üretmektedir. Tıkandığı yerde toplumun da desteğini alarak memleketine faydalı olacak kalıcı bir eser bırakmaktır. Kimin hangi işte çalışacağı siyasileri ilgilendirmemeli. Bayburt’ta bu işler nasıl yürütülüyor peki? Şeffaflık olmadığından kimsenin yapılan istihdamdan haberi olmuyor. Kapalı perdeler arkasında listeler dönüyor. Şehre bir yatırım yapılacak olsa müessesenin temeli atılmadan, kurumun müdürü dahi atanmadan çalışacak kişilerin isimleri belirlenmiş oluyor. Nerede bir istihdam kaynağı varsa; var olan kaynakları tekelimizde toplayalım, herkes bize muhtaç olsun, bizim elimizi, eteğimizi öpmeyen kimse iş bulamasın mantığıyla yürüyor işler. Küçük insanların düşüncesi bu kadar küçük olur.
Anadolu’nun ilk fatihlerinden olan Ebul Hasan Harkani Hazretleri’nin şu sözü ne kadar kıymetlidir. “Ben yokken bu eve gelen herkese ekmek verin. Dinini, inancını sormayın. Allah’ın can verdiği her insan bizim soframızda da ekmek yemeğe layıktır.” İşte böyle bir ulvi düşünceye sahip olan, bütün mahlukatı kucaklayan değerlerimizden uzaklaştık. Birbirimizi ötekileştirirken insani değerlerimizi içi boş sloganlarla sahiplenme gayretindeyiz. İlimizdeki yöneticilere itimat göstererek tayin edenlerin hissesine düşen son bir hikâye ile sözümüzü bağlayalım.
Ülkenin birine yeni bir vali atanmış. Vali, tuhaf yasalar getirip halka eziyet etmeye başlamış. Mesela bir adamın evinin damına güvercin konmuş. Valinin adamları, “Bu güvercinler valinindir. Sen valinin güvercinlerini çaldın” diye suçlamışlar. Adamcağız, “Kuştur bu. Canı istediği yerde uçar.” demişse de anlatamamış derdini.” Ya fidye verirsin ya da valinin güvercinlerini çaldın diye seni hapse atarız” demişler. Adam, çaresizlik için de fidye ödeyip hapisten kurtulmuş. Başka birisini de yolda yürürken “Yanlış taşa bastın. O taşa basmak suçtur” diye durdurup hapse atmışlar. Bu adamın on yaşında bir oğlu varmış. Babasını kurtarmak için uzun yollar aşarak padişahın sarayına varmış. Yeni valinin halka zulmettiğini, babasının da yanlış taşa basmak suçundan hapse atıldığını anlatmış. Padişah, çocuğa inanmamış. “Gönderdiğim vali benden en çok korkan valimdir” demiş.” Benden korktuğundan halka eziyet edemez. Sen yalan söylüyorsun.” diyerek çocuğu kovmuş. Çocuk, saraydan uzaklaşırken padişaha şöyle demiş. “Padişahım sizden korkan değil de Allah’tan korkan bir vali gönderseniz olmaz mı?” Bu söz padişaha çok tesir etmiş ve hemen valiyi değiştirmiş ve Allah korkusu olan insaflı bir vali göndermiş.