Yazıma başlarken çok farklı bir konu tasarlamıştım kafamda. Fakat, yazının başına oturduğumda, kafamın içindekiler beni bambaşka bir tarafa yönlendirdi. Şu an düşüncelerimle, cümlelerimle, kelimelerimle, harflerimle bir şavaşın içine girdim. “Savaş” dedim, değil mi? Benim savaşa değil, barışa, huzura, dinginliğe ihtiyacım var! Dünyanın da, tüm insanlığın da olduğu gibi… Ne oldu bize? Biz neyi kaybettik? Ben söyleyeyim… İnsanlığımızı… Ara ki bulasın! Buraya bir “mim” koymak gerek!
Değerin değer olana değmesidir İNSAN olmak; yoksa yontulmamış taştan başka ne farkı olur ki insanın.
Bir usta gerek; taşı taşa sürterek cevheri açığa çıkaran, ince ince işleyip, değerini bilen… İnsan da böyledir… İçindeki cevheri açığa çıkarması için, insanın insana değmesi gerek.
Mumla arar olduk insan denen yaratılmışı. Yaratılmışların en güzeli, en şereflisi; Eşref-i mahlûkat… Ne çabuk unuttu insanlığını, şanını, sultanlığını?
Kendini, kâinatı, dünyayı mamur etmesi lazımken; bir baksanıza yok etmek için neler yapıyor, nasıl yakıp-yıkıyor, talan ediyor, darma duman ediyor insanlığın kaderini…
“Coğrafya kaderdir” der, İbn-i Haldun. Fakat bu yakıp-yıkmalar, savaşlar, zulumler, birbirini yok etmeler, nasıl olur da “kaderdir” deyip, geçebiliriz? Geçmemeliyiz! İnsan, yaşam çizgisi içinde kendi kaderini kendisi belirler. Yapıp-ettikleri, ortaya koyduğu değerleri, aklı, fikri, ilmi, irfanı, vicdanı, merhameti ve sevgisi ile yürüdüğü yol üzerinde, hayatın her alanında kaderini çizer.
“Hoşlanmazsınız, size ağır gelir ama düşmanlarla savaşmak, size farz edilmiştir. Bazı şeyler vardır ki hoşlanmazsınız, fakat hayırlıdır size. Bazı şeyler de vardır, hoşlanırsınız, şerdir size. Allah bilir, siz bilmezsiniz.” Bakara Sûresi’nin 216 Âyet-i kerimesinde de belirtildiği gibi neyin hayırlı, neyin şer olduğunu yalnız ve yalnız Allah bilir. Ve yine Allah, Kur’an-ı Kerim’in bir çok yerinde “akletmez misiniz!” dediği halde, bizlere bahşedilen aklı kullanmaktan aciziz, acz içindeyiz!
Ne aklımızı kullanabiliyoruz, ne insandan insanı, ne de insandan kâinatı okuyabiliyoruz; oysaki, ilk âyettir “OKU!” Oku ki anlayasın gerçeği…
Okumadığımız için, akletmediğimiz için zarar-ziyandayız! Kayıplardayız!
İnsan, kendini nereye ait hissediyorsa oralı olur. Oranın ikliminde büyür, suyunu içer, toğrağından beslenir, havasını teneffüs eder, aynı kaderi paylaşanlarla birlikte olur. Birbirlerinin dilinden anlar, halinden anlar, derdine derman olur, gönlüne ferman olur. Olmalı, olması gerekir; birbirini boğazlaması değil! Birbirinin kuyusunu kazması değil! Birbiriyle sürekli savaş halinde değil!
Ah, bu insanlığımız,insan olan yanlarımız. Nasıl da kırıp-parçalıyorlar, nasıl da kalbimizi, etlerimizi, dillerimizi lime lime ediyorlar. Çürümüş bir ağacı budar gibi, buduyorlar her yanımızı. Çürümüşüz, insanlığımız çürümüş. Koktuk!
Yok mu gül esansıyla bizi yıkayacak! Ey Güllerin Sultanı! Nebiler nebisi! Sevgililer sevgilisi! “Ümmetim! Ümmetim!” diyordun ya? Bir bak ki bu ümmet ne halde?
“Nasıl söylenir, nasıl yazılır özlem?
Geceden söküp, yıldızları toplayarak mı?
Sabaha varmadan, ay ile güneşi kavuşturarak mı?
Nasıl anlatılır ki özlem denen haslet!”
Ah bu içime çekilirken, görünmez perdelere dolanışlarım! Duvarlara tuta tuta yol alışlarım! Kılı kırk yararak arayışlarım! Kalp kapısına geldiğimde takılıp tökezlersem, mümkün mü seni bende bulamayışlarım! Bulsam tanır mıyım kendi mi, yoksa aldatır mı insan denen beni?
Yorumunuz ve değerlendirmeniz için çok teşekkür ederim.
Yerinde bir anlatım olmuş. Bu zamanda insanı bulmak oldukça zor. TEBRİKLER
Tuhaf bir paradog içindeyiz değil mi? İnsan. insan olanın, insan olmanın özlemi içinde. Yazınızdaki tespitler hayli yerinde olmuş. Teşekkürler Tülay Aydın.
Ben teşekkür ederim yorumunuz için.